Kalem, güzel kalem

Salı, Şubat 27, 2007

Kyoto Protokolü

Başlığa tıkladığında gelecek siteden, Türkiye'nin Kyoto Protokolünü imzalaması için yürütülen imza kampanyasına katılabilirsiniz. Bu birşeyi gerçekten değiştirebilir mi ya da Türkiye'nin katılması ne kadar etkiler, bunu gerçekten bilemeyiz. O yüzden "yeaaa abi bırak bu işleri yaaa" moduna girmeden, pamuk elleri vicdanlara atıp bir isim bırakmak zor olmamalı diye düşünüyorum.

Siteden alıntı yapıyorum:
<<“Türkiye Kyoto’yu İmzala” imza kampanyası Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girişinin ikinci yılında, 16 Şubat 2007’de bir basın toplantısı ile başladı.
İmza kampanyası 2 ay sürecek ve 16 Nisan 2007 tarihinde sona erecek. Toplanan imzalar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na teslim edilecek.
Bu kampanyada Türkiye’de yaşayan ve küresel ısınmadan kaygı duyan, küresel ısınmanın durdurulmasını isteyen herkesin imzasını bekliyoruz.
Hedefimiz en az 100 bin imza.
İmza kampanyası çeşitli alanlardan, aralarında sanatçıların, yazarların, akademisyenlerin, gazetecilerin, aktivistlerin de olduğu 100 kişiden oluşan ilk imzacıların duyurulmasıyla başladı.
İmza kampanyasına çeşitli standlarda ve internet üzerinden devam edilecektir.
İnternet üzerinden imza atmak çok kolay: www.kyotoyuimzala.org adresine girip isminizi bırakmanız yeterli.
Türkiye Kyoto’yu İmzala imza kampayasına katılın, küresel ısınmanın durdurulması için bir adım atmış olun.
Küresel Isınmayı Durdurun!
Türkiye Kyoto’yu İmzala! >>




Başka bir kısmından alıntı :

Kyoto Protokolü
Küresel ısınmanın önlenmesi için hazırlanan ilk uluslararası belge olan Birleşmiş Millletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (The United Nations Framework Convention on Climate Change - UNFCCC) 1992’de Rio’da yapılan Yeryüzü Zirvesi sırasında imzaya açıldı ve 21 Mart 1994’de yürürlüğe girdi. Küresel ısınmanın önlenmesi için sera gazlarının sınırlandırılmasını öngören bu çerçeve anlaşma herhangi bir bağlayıcı indirim hedefi belirlemiyordu.
UNFCCC’nin yürürlüğe girmesinin ardından her yıl toplanmaya başlayan taraflar konferanslarının (COP) Japonya’nın Kyoto kentinde yapılan üçüncüsünde, bu çerçeve sözleşmenin eki olma niteliği taşıyan Kyoto Protokolü kabul edildi.
Kyoto Protokolü, taraf olan sanayileşmiş ülkelere, 2008-2012 yılları arasında 1990 seviyesine göre belirli bir sera gazı indirim hedefine ulaşmayı şart koşar. Ortalama %5,2 olan bu indirim hedefi ülkelere göre değişir. En yüksek hedefe sahip Avrupa Birliği, %8’lik sera gazı indirim hedefini kabul etmiştir.
Kyoto Protokolü’nde, çerçeve sözleşmede (UNFCCC) Ek-1, protokolde ise Ek-B ülkesi olarak yer alan OECD ve geçiş ekonomisi ülkelerinin (eski Doğu Bloku ülkeleri) yümlülük altında olması gerekir. Ancak bu ülkelerden tüm dünya sera gazı emisyonlarının %25’inden tek başına sorumlu olan ABD’nin ve %1,5’luk paya sahip Avustralya’nın imzalamaması nedeniyle daha yürürlüğe girmeden büyük yara almıştır.
Kyoto Protokolü, bilim insanlarının küresel ısınmayı önlemek için gerekli olduğunu açıkladıkları düzeyin (2030’a kadar %60, 2050’ye kadar %80-95) çok çok altında indirim hedefleri koymaktadır. Üstelik sorumlu ülkeler bu hedeflere ulaşmak için gereken önlemleri bile almamaktadırlar. Dolayısıyla sadece bu anlaşmanın küresel ısınmayı durdurmak veya yavaşlatmak için işe yaraması beklenmemelidir.
Yine de dünya hükümetlerinin acil önlemler almakta bu kadar geciktikleri bir ortamda tek uluslararası müzakere zemini Kyoto Protokolü’dür. Protokolü ABD ve Avustralya’nın yaptığı gibi reddetmek, ağır bir inkar politikasının göstergesidir. Kyoto’yu imzalayan bir ülke olmak, en azından küresel ısınmadaki payını kabul etmenin ve önlem almaya başlamanın ilk adımı olabilir.
Kyoto'yu imzalayan ülkeler haritasını İndirmek içinTIKLAYIN
Türkiye ve Kyoto
Türkiye çerçeve sözleşmenin imzaya açıldığı Rio zirvesinde Başbakan Süleyman Demirel tarafından üst düzeyde temsil edildiği halde sözleşmeye imza atmamıştır. Bir OECD ülkesi olduğu için çerçeve sözleşmenin Ek-1 listesinde yer alan Türkiye, sözleşmeyi imzalamak yerine listeden çıkmak için lobi yapmayı tercih etmiş, ne var ki Ek-1 listesinden çıkarılmamış, ancak 2001 yılında Ek-2 listesinden çıkarılmıştır (ne var ki yükümlülük altına girmek için ek-1’de olmak yeterlidir). Sözleşmeye imza atmadığı için Kyoto görüşmelerinde aktif olarak müzakerelere katılmayan, bu yüzden de otomatik olarak Ek-B’ye girmediği için Protokol dışı kalan Türkiye, bu şekilde Kyoto Protokolü’ne taraf olmamış ve herhangi bir yükümlülük altına girmemiştir.
Türkiye küresel ısınma konusunda her zaman çok yavaş davranan, uluslararası mekanizmaların çevresinden dolaşmaya ve zaman kazanmaya bir ülke olmuştur. İmzaya açık olduğu süre içinde çerçeve sözleşmeyi imzalamamış, ancak 2004’de doğrudan doğruya Meclis’ten geçirerek onaylamıştır. Sözleşmenin getirdiği en önemli yükümlülük olan sera gazı envanterini ancak 2006 yılında, yani sözleşmenin imzalanmasından 14 yıl sonra Birleşmiş Milletler’e sunabilen Türkiye’nin, bu envanterle 1990-2004 yılları arasında sera gazlarını 170 milyon tondan 357 milyon tona çıkardığı, yani %110 artışla rekor kırdığı ortaya çıkmıştır.
Bu rakamlarla %1,3’lük paya sahip olduğu ve dünyanın en fazla sera gazı üreten 13. ülkesi olduğu ortaya çıkan Türkiye, hala çerçeve sözleşmede Ek-1 ülkesi olduğu halde ABD ve Avustralya’ya birlikte Kyoto Protokolü’nü imzalamaktan kaçan 3 ülkeden biri olmayı sürdürmektedir.
Birleşmiş Millletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini indirmek için
TIKLAYIN
Kyoto Protokolü’nü indirmek için TIKLAYIN

Cumartesi, Şubat 24, 2007

Geçiyordum uğradım..

Zaman olmadı ya da toplayıp da birşeyler yazarım diyordum ama boş bırakmayayım dedim, sonra insanlar gelip dövebiliyorlar:p
Kylie Minogue'un tatlı ve erotik sesinden Slow isimli güzide parçayı dinlediğim şu sıralarda aslında kalkmam lazım, zira 1 saat sonra oyun var. Evet, oynattığım en uzun süreli oyun bu oldu, şaka maka, ne zamandır oynuyoruz gençler? Durun oyundakileri bir özet geçeyim.. Ama önce etrafı toplasam iyi olur:p

Pazartesi, Şubat 19, 2007

Kader nedir? Nasıl oluyor?

Kader dediğimiz şey noluyor yani nedir diye herkes bir sorup düşünmüştür. Destiny diye google'dan resim aratınca şöyle şeyler geliyor mesela:
http://hem.bredband.net/spikes/destiny.jpg Burada World of Warcraft'tan bir kılıç görüyoruz. Saplıyorsun bunu böyle adamların gücü gidiyor. Hani kaderiniz ölmek gibi ya da kılıcın sahibinin kaderi süper olm gibi bir mesaj mı var bilemiyoruz.
Sonra mesela şu var: http://en.wikipedia.org/wiki/Image:Destiny%28Sandman%29.JPG Burada da Sandman'in Endless'ındaki Destiny var. Elinde kitabı, okuyor duruyor kâtip gibi adam. Ama benzer bir şekilde asıl kâtip herhalde Astinus olurdu Dragonlance dünyasındaki, ki SPOILER GELİYOR kendisi neutral tanrıdır SPOILER BITER.

Wikipedia "Destiny refers to a predetermined course of events. It may be conceived as a predetermined future, whether in general or of an individual. It is a concept based on the belief that there is a fixed natural order to the universe." olarak açıklamış. Yani diyor ki:
"Kader önceden belirlenmiş bir olaylar zincirine denir. Genel ya da şahsi olarak bir belirlenmiş gelecek olarak görülebilir. Evrenin sabit bir doğal gidişatı olduğuna dair bir konsepttir."

Mesela din derslerinde bize Allah'ın kaderi bildiğini söylerler. Diğer kitap dinlerinde de farklı değil; kitaba sahip olmayan başka dinlerde de. Öte yandan bize Allah'ın bizi test ettiği de söylenir. Burada da bir çelişki ortaya çıkıyor.

Eğer kader belirliyse, o zaman biz bir teste tabi değiliz, ne yapacağımız belli. Yani Tanrı ne yapacağımızı biliyorsa, bu dünyanın anlamı yok, Tanrı en başından, dünyayı yaratmadan biliyordu ne olacağını.

Yok eğer biz kaderimizi kendimiz çiziyorsak, bu durumda Tanrı ne yapacağımızı bilmiyor demektir, ya da bilemez demektir. Yok biliyor işte geleceğe gider bakar olm diyosanız, üst paragrafı okuyun ve buyrun kısır döngüyle zenginleştirilmiş çelişkimize.

Bunu hiç bir din hocası açıklayamadı gerçekten. Birisi hayatın belli noktalarında iznimiz olduğu gibi birşey belirlemişti. Ama sonuç olarak (t zamanı göstersin) t=1 durumunda böyle bir karar verdik ama mesela t=3 önemli bir kararın zamanı değil. Eğer tanrı bu noktada ne yapacağımızı biliyorsa, bizim t=1 konumundaki kararımızı da biliyor demektir. Bu teori de burada çöker.

Bunun yerine, izninizle kendi teorimi açıklamak istiyorum. Bu söylediklerim zamanla kafamda oturmuş ve doğru olduğunu düşündüğüm.. ya da buna inandığım düşünceler. Halâ şekillendiklerini de ekleyeyim. (Bir yerlerde yazmıştım zaten, blogumda da vardır belki. Kafamda oturdukça tekrar paylaşmak istiyorum=) )

Öncelikle bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum. Birincisi, dördüncü boyut denen şeyin zaman olması; zamanın genel geçer bir sabit değil, değişir ve göreceli olması. İkincisi de denklem sistemleri. Kabaca bir örnekle x=y+z, a+b=c ve c+t=z olsun. Şimdi a ve b c'yi, c ve t z'yi, z ve y de x'i oluşturuyor. Yani c 1'ken, -1'ken, 0'ken, 10'ken, -23423423.54 iken z farklı değerler alır. Bu değerlerle x de değişir. Eğer t'nin değerleri de değişirse, mesela c=1 t=2 iken, c=2 t=3 ken, 1-3'ken vs z'nin değerleri değişecektir. y'nin değerleri de değişirse, c=1 t=2 y=3, c=4 t=3 y=2 gibi üç değere bağlı olarak x değişecektir. Şimdi konuya döneyim.

Bir sonraki cümlemde Tanrı'yı küçümsemiş gibi görünebilirim, ancak ilerlerde çok daha büyük bir yüceliğe sahip olduğunu düşündüğümü göreceksiniz: Bence tanrı bizim tam olarak ne yapacağımızı bilmiyor. Yani bizi öyle yaratabilirdi. Half-life'da bir scripted sahneyi düşünün, böyle olabilirdik, ki sanırım melekler böyle yaratılmışlar. Öte yandan insanlar daha çok AI gibi, starcraft'ı düşünün, zerg AI acaba ling rush mı yapacak, bekleyip lurker'a mı gidecek yoksa hemen expansion mı alacak?
Eğer ne yapacağımızı bilseydi, dediğim gibi bu dünya bir sınav olmazdı, film gibi birşey olurdu. Bize düşünme, anlama ve bu konulardaki kapasitemizi geliştirmek için sorgulama yetenei verildiğine göre, ben bunun basit bir filmden öte olduğunu düşünüyorum.

Bence Tanrı ne yapabileceğimizi biliyor. Yani, verdiğim kaba örneği düşünün, zerg AI'si oyununuzu oynarken ne yapacak bilmiyorsunuz, ama neler yapabilir bunu biliyorsunuz.

İTÜ'deki lineer cebir hocası (lineer cebir denklem sistemlerini çözmeye yoğunlaşan bir matematik dalı) ilk derste "Hayat bir denklem sistemi ve ben bir gün onu çözeceğim." gibi bir şey söylemişti. O an "eheuhe manyak üni hocası ehe mehe" şeklinde tepki verdiysem de, zamanla bu söylediği çok mantıklı geldi. Bence kaderi açıklamak için, denklem sistemleri çok güzel bir model. İzninizle açıklayayım:

Yukarıda verdiğim denklem sistemini alıp genişletelim. Yani y dediğimiz değişken de p ve o'ya; t dediğimiz l ve k'ya, k dedğimiz p ve l'ye; l dediğimizse a ve c'ye bağlı olabilir. Yani c'deki değişim l'yi; l'deki değişim c'yi etkileyebilir. Bu şekilde muazzam bir denklem sistemi kurun, isimlendirilmiş en büyük sayı neyse, onu kendisiyle kendisi kadar çarpın, bir kere daha çarpın. Bu sayının bile tüm değişken ve denklem sayısına yetmeyeceği bir denklem sistemi. Benim bu yazıyı yazarken bu font'u kullanmam bir değişken, yazdığım her fikir ayrı, her kelime ayrı bir değişken. Zira belki ben bir yerlerde zira kelimesini görmesem kullanmayacaktım ya da belki biri benim yazımda görüp kullanacak. İşte, c'nin l'yi; l'nin c'yi etkilemesi durumu.

Şimdi Tanrı'ya dönelim. Bence Tanrı, her bir değişkenin her bir değeri için her bir denklemin aldığı şekli ve diğer her bir değişkenin alacağı değeri biliyor. Yani ne yapacağımızı teorik olarak biliyor, kapasitemizi; ve bize bir şans tanıyor. Bu modeli daha dünya haline indirirsek, değişkenleri bir kenara koyup şöyle açıklayabiliriz: Bence Tanrı, her birimizin her hareketinin (bu illa bir insan hareketi olmak zorunda değil aslında, bir deprem ya da bir elmanın ağaçtan düşmesi de olabilir)açacağı her sonucu ve bunlara göre olayların nasıl değişeceğini biliyor.
Yani hem Tanrı'nın herşeyi bildiği, hem de özgür irademiz olan bir model bu; çelişki yok. Ayrıca her bir sonuçtan doğan alternatif gelecekler de zamanın basit bir çizgiden öte olduğunu, üzerinde değişkenler olduğunu da gösteriyor.
Eh, saate baktım da benim hazırlanıp çıkmam lazım. Böyle işte, benim düşüncem böyle. Bitti. Adiyö.
Bu arada düşündüm de, fal ve benzeri "geleceğe bakan" şeylerin de bir "olasılık" göstermesi gibi şeyler geldi aklıma da neyse gidiym ben.

Etiketler: ,

Salı, Şubat 13, 2007

Geldim.

Geldim evet, WoW'dan sıkıldım falan, ondan bundan da sıkıldım. Tekrar bloguma yazayım, bişiler yapayım istiyorum. Her gün yazı bekleyin demiyorum ama döndüm. Yakın zamanda önce harddiskimdeki ıvır zıvır yazıları yayınlayacağım, sonra da elimdeki NES oyunlarını inceleyeceğim.

Ne dersiniz, bunları nası şeyediym? Yazılar dediğim BtG'ye yolladığım ya da yollamayı düşündüğüm tam ya da eksik yazılar. Hangilerini yolladım bilmiyorum. Onları buraya dizsem mi yoksa başka biryere mi yazsam, hatta BtGye mi yollasam?
Ya NES incelemeleri? Feci nostalji yaşıyorum, captain tsubasa olsun, mario olsun nebilim.