Kalem, güzel kalem

Cumartesi, Mayıs 27, 2006

İzmirCon

Evet, İzmirCon'a katıldım ben. Yaptım bunu. İlk defa bir con'a tamamen oyuncu olarak katıldım, dışarıdan, alakasız. İki gündü, iki ayrı oyuna katıldım. Bizim sınıftan R3volv3r ve LordXas da katıldılar. Şöyle bir anlatmadan önce, iki gün için de geçerli şeyler..
1. Mekan Teras Kafe idi, güzeldi. Biz orayı önceden de sevmiştik zaten. Oyunları orada oynarız ev olmazsa diye düşünmüştük.
2. Ortam çok güzeldi. İnsanlar açısından yani, iyiydi. İzmir insanı güzel, bir kez daha kanıtlandı. Evet, kızları da güzel, bu da bir daha kanıtlandı.
3. Bilmiyorum gelmedi aklıma birşey.
4. http://www.izmircon.org/masaustu.html sitesinde Baa's Masteph oyununun ikonuna götürün fareyi. "Bildiğin dünya" heheh.

-Gün 1-
Sabah erkenden kalkıldı, duş alındı. Revo ile buluştuk ve bölüme doğru gittik. Üniversite 2'den poğaçaları kapıp bölümün kapısından (kilitli olduğundan) atladık. Çimlerde bir kahvaltı ettik ve mekâna yöneldik.
Ortamda biraz geyik yaptık, LordXas falan da geldi işte. Sonra oyunlar için teker teker çağırıldık.

Oyun adı: Laws of Magic
Oyuncu : 4
GM : Erdinç "VAdept" KUŞÇU
Tecrübe : Deneyimsiz
Açıklama : White Wolf ve Mage: The Ascension için tanıtıcı bir başlangıç oyunu

Grup 2 kız 2 erkekti. GM kısaca White Wolf for dummies yaptı, sonra karakterleri verdi (skilleri falan var), nasıl bir tip olacaksınız düşünün deyip kendisi Call of Chtulu oyunundakileri "delireceksiniiz" diye korkutmaya gitti. Karaktere baktım. Forces, Matter, Mind var. Computer ve Techonology var. Çok öğrenci tipi geldi bu. Elektrik Elektronik öğrencisi/mezunu yapmayı düşünüyordum ki GM geldi. Senden başlıyoruz diye bana döndü. Neyse ben 1300lerde bir büyücü çıktım. Hehe evet, 1300ler. Öğrenci falan yalan oldu. neyse beni bir relic bulmak için geleceğe yolladılar. Detaylara girmeyeceğim, bizim grubun üçlüsü ise bir "cabal"dı. Üç büyücü yani. Birisi direk teenage eleman, birisi bunalım hatun, diğeri de hardrocker hatun. Bunalımsı olan Fransızca biliyordu da az çok anlaştık (ben eski Fransızca (Frenkçe?) ve Almanca konuşabiliyordum da). GM arada kızın ağzını kapayarak bu etkiyi yarattı, iyiyd. Gerçi sudan çıkmış balık durumundaydım, grup olarak da biraz şabalak (o ne be?) davrandık ama eğlendik. Şimdi size eğlenceli anıları anlatırdım ama o zaman günlük muhabbetlerde tatsız olur. Ama sonuçta ben oyunu "kazandım". Gerçekten. Anlatırım sonra:)

Oyundan sonra bekledik. Oradakilerle geyik yaptık. Revonun oyunu ertelenmişti ama başka bir oyun açıldı ve bayağı bir oynadılar. Biz bu sırada başka bir oyun atıyorduk ki, bir baktık Revo gitmiş bile. Neyse, biz de dağıldık.

-Gün 2-
Başlangıcı aynıydı günün. Ama bu sefer ehe ehe diye dolaşmak yerine, milletle selamlaşmalar, muhabbetler oldu. Sonunda zaman geldi çattı.

Oyun Adı : Parçalanan İttifak
GM : Mehmet APAYDIN
Oyuncu : 4
Tecrübe : Orta
Açıklama : Lordaeron'un son direnişi, İnsanlık için son bekleyiş... Tüm bu kaosun ortasında;
ittifağın ayrı kollarından 4 elçi görevlerini yapmak ve savaşmak arasında kalacaklar.

Warcraft III senaryosunu oynadık diyelim. Ama Alliance Campaign'e kadar. Bizim LordXas da bu oyundaydı. Bir priest, bir rogue/scout tadında iki arkadaş, ben bir Dalaran Büyücüydüm ve Xas da bir paladin. Çok eğlenceliydi yine. Ve yine detayları geyiklere bırakıyorum. Ama sonunda "Vay hayin dm vay!" demedik değil. Ama iyiydi.

Bugünün sonunda revo ve xası alıp oyun oynattım. Ne istiyosunuz dedim, Street Fighter dediler. Oynattım. Dhalsim gay oldu falan, enteresan savaşlara sahne oldu. Derken çok geç oldu, makarnalarımızı bitirip (revo başka bişi yemişti) dağıldık

Sonuç olarak çok güzel iki gün geçirdim. Güzel insanlarla tanıştım. Hatta aklıma gelmişken Fahri efendiye bir mail atıp StarcraftCon için biraz gaz vermeye çalışayım:)

İzmir'de bir gün. Talihsiz mi ne?

Bugün çok güzel olacaktı. Gerçekten. Argefar tayfası toplanıp teleferiğe gidecektik. Hafif hastaydım dün.. Üç gün aynı odadan çıkmayıp ödev kastık da. Pencereli aç kapa, aman sıcak, aman terledim, hadi açalım derken kapmıştım şifayı. Ama nedir, bir mendil alır gidersin. Hatta adres bulma konusundaki üstün yeteneksizliğimi örtmek için bir arkadaşla anlaşmıştım, beraber gidecektik. Çok güzel olacaktı, hem de çok.
Gece erkenden yattım. Planım hazırdı, ertesi gün çok iyi geçecekti. Sabah biraz yürür, sonra bir duş alır beklerim diye tasarlamıştım. Sonra ver elini teleferik. O kadar güzel olacaktı ki. Ama sabah kaktığımda karnımı hissediyordum. Öyle böyle değil. Eh, bir süre sonra farkettim ki ben karnımı üşütmüşüm. Akşam çok sıcak gelip camı açık bırakmıştım. Sonra arkadaşlardan öğrendim ki baya rüzgar çıkmış, serin olmuş. Oysa kaç gündür paso sıcaktı. Neyse. Başım da daha bir ağrıyordu. Öksürüyordum bile. Sonuç: mesaj atıldı, gelemeyeceğim belirtildi.
Uyuz oldum anlıyor musunuz, uyuz. Ne güzel olacaktı:(
Neyse.. Kaç gündür arkadaştaydım.. Bari şimdi evdeyken İzmirCon izlenimlerimi yazayım. Ayrı bi mesaj atmalı di mi? Evet, evet öyle yapmalı.

Cumartesi, Mayıs 20, 2006

Kınama..

Ülkemizde pek çok şeyin ardında onun bunun eli olabilir. Devlet işlevini getirmekte yetersiz kalabilir, en azından belli noktalarda. Ama yargıya yapılan bu saygısızlık, kabul edilemez. İkinci milli mücadele mi yakınlaşıyor acaba? Nasıl olur da dağbaşıymış gibi Danıştay kurumuna karşı silahlı saldırı gerçekleştirebilirler? Failden bahsetmiyorum. Adam belki zorlandı, belki başka niyetlerle yaptı, muhtemelen kafası yerinde bile değildi. Hatta belki de yakalanan kişi fail bile değildi. Zaten önemli olan fiziksel katil değil. O adamı öldürsek ne yazar, sonsuza kadar lanetlesek ne yazar? Önemli olan, bu işi yaptıranlar. Sabah gazetesinde Salih Memecan'ın karikatürü var. Faili götürüyor polisler, failden yukarı ipler yükseliyor, kukla gibi. Kuklaların sahibi, kukla bulmakta zorlanmaz. Önemli olan kuklacıyı bulmak. Gerçi cevap çok zor değil, ama önemli olan o ipleri çekip, kuklacıyı sahneye düşürmek, herkesin gözü önüne, aşikâr olarak. Bu kadar da değil. Etraftaki tüm kuklacıları bulmak ya da insanların bunları farketmesini sağlamak lazım ki, artık her kuklaya kanmasınlar. Ama bunu söyleyen ilk kişi ben değilim biliyorum. Ama şu da var ki, işler bir süredir hiç ciddileşmediği kadar ciddileşti. Komik olanı da, hepsini izliyor olmamız. Neyse.

Cuma, Mayıs 19, 2006

Bir Sınav için Sitem

Bunu yazmasam, içimde kalırdı. Şimdi bizim Ayrık Yapılar diye bir dersimiz var. Ayrıca, bildiğim kadarıyla müfredatta olmamasına rağmen, hocamız iki adet asistanı görevlendirerek bize Matlab programını göstermeye başladı. Güzel değil mi? Tabi. Peki sitem niye? Anlatayım.

Bir kaç hafta önce vizelerimiz vardı. İki ders düşük geldi, matematik ve ayrık yapılar. Gerçi ortalamalar da çok düşük. Matematik ortalaması.. 40 mıydı birşeydi, benim notum 36. Ayrık yapılarda ortalama 30du sanırım, benim notum 33. Ortalama birşeyler almışım yani. Kabul, matematiğe çok fazla çalışmadım. Bir de hoca daha az bildiğim taraflardan sormuş ve söylendiğine göre doğru sonuçlara (gidiş yolundan ziyade) puan vermiş. Dolayısıyla, bir işlem hatası, pek çok puanın gidivermesi demek. O yüzden herkes böyle düşürdü. Ben 50+ bekliyordum, ama herkese aynı muamele uygulanmış ne de olsa, finalde işlemlere daha dikkat ederim.

Ayrık yapılara gelince... Öncelikle sınavda matlab çıkacağı söylenmedi. Zaten matlab derslerinden ayrı sınavlar oluyoruz, ayrı ödevler yapıoruz... Açık nottu bu arada sınav. Neyse, notlarla baktık, bildiklerimizi, görebildiklerimizi yaptık falan. Ama o da ne? Sınavda matlab de vardı. Eh, iyi, deyip sorulara baktım. Matlabi çok aktif kullanmadığımızdan, syntaxı (syntax nedir bilmeyenler için.. komutların, bir dildeki karşılıkları, tercümesi gibi birşey diyebilirim. Yani ekrana yazı yazdırma syntaxı Pascal'da Write(' mesaj '); iken, C'de printf(" mesaj "); gibi) çok bilmiyorum. Ben de nasıl yapacağımı anlattım. Hatta alternatif algoritmalar kurdum, komutun kendisini hatırlayamadığımdan.
Sınav kağıdını kontröle gittiğimde, bir sorudan 5, diğerindense 0 aldığımı gördüm. Hocaya durumu anlattığımda, hoca bana "matlabi önemsemediğimizi, gelecekte işe yaramayacağını düşündüğümüzü, C#'a (Algoritma dersinde gördüğümüz programlama dili, daha geniş kapsamlıdır, hatta çok geniş) önem verdiğimizi, bu konuda sorumsuz olduğumuzu ve "aklımızı başımıza getirmek için" hem böyle doğrudan komutlara puan verdiklerini ve sınavda çıkacağını söylemediklerini" söyledi. Ortam çok kalabalıktı, hoca da zaten kafasında yerleştirmiş. Gereksiz yere uzatmamak için (kontrol bekleyen arkadaşlar vardı sırada), tam olarak öyle olmadığını falan söyleyip çıktım.

Peki neler oldu aslında? Sınava ne varsa olsun diye matlab notu getirenler, sadece kod ezberleyenler puan aldı. Yanlış mantık kurmasına rağmen syntaxı doğru yazdığı için puan aldılar. Bense doğru mantık yanlış syntaxtan dolayı 0 puan aldım. Daha somut bir örnek vereyim. Bu Türkçe dersi olsa, ben Türkçe bazı kelimeleri hatırlayamıyorum (ama anlamlarını açıklıyorum, sadece kelimeyi hatırlayamamışım o an) ama düzgünce derdimi anlatıyorum ve 0 puan alıyorum. Öte yandan derdini anlatamayan, hatta alakasız şeyler söyleyenler, sadece kelimeleri hatırladıkları için puan alıyorlar. Alsınlar, hiç sorun değil. Ama gerçekten dersi ve işin mantığını takmayıp ezberden giden insan puan alırken, tek hatası matlab notları getirmemek olan biri olarak puan almayıp bir de üstüne sorumsuz durumuna düşmek hiç hoş değil, adil hiç değil.

Hayır, bizim Algoritma dersimiz var. Bu derste C# görüyoruz. Matlab istediği kadar güzel olsun (ki ben sevdim kendisini) sonuçta C# daha kapsamlı, ya da daha yaygın kullanıma sahip bir program. Algoritma dersine giren hocamız Sn. Aybars Uğur, bize C# gibi muhtemelen hemen hepimizin ÇOK kullanacağı bir dilde syntaxı sorun etmezken, matlab gibi -tekrar ediyorum, küçümsemiyorum, sadece C#'a nispeten- daha az kullanacağımız bir dil için (kaldı ki C# ile birşeyler yazabiliyoruz şu anda ama matlabin gerçek potansiyelini kullanmaya başlayacağımız pek bir şey de bilmiyoruz.. yani şu an pratik açıdan C# önde, buna rağmen) bu kadar uğraştırması da ayrı bir konu.

Hah, bir de şey var. Bu dersin hocası bize "Sizin bil. müh. olarak asıl amacınız kod yazmaktan ziyade algoritma kurup tasarlamak" olacak demişti. Şimdi algoritma kuramayıp kod yazanlara puan verilirken, algoritma kurup kod yazamayan (ki tek sebebi o an not olmaması) kişi(ler) 0 puan alıyorlar.

Canımı sıktı, üniversitede tekrardan ezberciliğe dair şeyler görmek üzücü. Paylaşmadan edemedim, içimde büyümesin değil mi?:)

Morpheus bana fıkralar anlattı

Kalkalı on beş dakika kadar oldu. Gördüğüm iki rüyadan, aklımdan iyice uçmadan bahsedeyim.

İlkinde, Ege Kimya Fakültesinin oralarda bir yerlerde bir arkadaşla buluşuyoruz. Hatta şöyle bir detay var. Arkadaşın adı Efe, "EFE!" diye bağırıyorum uzaktan, o da latince miydi, anlamadığım birşeyler haykırıyor ama sesi falan değişik. Neyse bir kişiyle daha buluşup tek katlı bir Migros'a giriyoruz.

İçerisiyse son derece çok katlı, biraz da İzmir'deki Orkide'yi andıran bir alışveriş merkezi tadında bir mekân. Neyse sinemaya gidiyormuşuz biz. Beklerken birden üçüncü eleman öksürmeye falan başlıyor. Biz geyik yapıyoruz Efe'yle. Ama adam durmak bilmiyor. Biz "Ne oluyor yahu hey hop?!" diyemeden, sağlık görevlileri gelip götürüyorlar elemanı. Meğer sinemaya alerji gibi birşeyi varmış.
:D Böyle saçma birşey işte. İkinciye geleyim.

Bunun bir nevi fragmanlarını önceden görmüştüm. Bir uzay mekiğinde iki kişiyiz. Pilotluğu ikinci eleman yapıyor, ben arka tarafındayım. Biraz dolmuş gibi içi ama çaktırmayın. Neyse biz zor bir durumdayız, teknik sorunlar yaşıyoruz. Böyle rüyalar gördüğümü hatırlıyorum. Bu arada ortam, Star Trek'i hatırlatıyor.

Son rüyamda ise, aynı durum var yine. Ama bu sefer Klingonlar geliyorlar. Gerçi Klingonların tipi orklara benziyordur rüyamda, alınları karışlanmış gibi değildi yani:p Ama Klingonmuş.

Şimdi.. Önce beni görüyoruz köşede birşeyler yapıyorum.. Sonra Klingonların kapıdan girdiğini görüyoruz, bizim eleman tam o sırada acil durum fırlatma sistemini çalıştırıyor (uzaydayız, o fırlatma sistemi küçük bir mekik gibi birşeymiş). Klingonlar bana yöneliyor. Bakıyorlar, bende de bir sistem var. Hemen koşuyorlar. Bu arada bakıyoruz, bir gezegen yüzeyindeyiz ve geminin ortası ve tavanı parçalanmış (Ne zaman? Nasıl?:D) Bekliyorum ben. Tam üzerime atlarlarken gerilerine atlayıp ortadan kaçıyorum. Bulunduğum mekân Edremit parkı. Yunus Emre Parkıydı adı ama değiştirdiler sanırım. Edremit Körfezine ismini veren Edremit, bir ilçe merkezi olup, küçük bir yerdir. Sineması bile yoktu yıllarca. Neyse. Ben kaçıyorum adamlar peşimde mi bakmıyorum bile. Parka ineyim diyorum her yeri kapalı. Merdivenlere koşuyorum, kocaman bir yaratık var. Bir sağa bir sola koşturuyor. İnsanlar konuşuyorlar "Hah, bir yabandomuzu eksikti." falan diye. Ama nasıl bir yabandomuzu o. Benim kadar. Benim aklıma bu arada şey geliyor: "Ben o köşedeki sistem için.. uff.. 10x10luk matrisi çözdüm o zor teknikle.." diye düşünüyorum ve içimden bir ses (muhtemelen o sırada çalmaya başlayan telefon sesiyle hafiften uyanan bilincim bu) "Salak adam astronot olmuşsun herhalde bileceksin!" diyor. Son duyduğum şey, oralarda bir amcanın "Güvenlik görevlileri! Kardeşim bekleyecek misiniz bütün gün, alıcak mısınız napıcaksınız yapın şu domuzu!" diye hayıflanması oluyor.

Telefon çaldı maalesef, uyandım.

Uzun süredir böyle alâkasız şeyleri ardarda görmemiştim:D Nasıl ya, diye düşündüm. Aklımda birden Morpheus oluştu. Sanırım Morpheus bana fıkralar anlattı.

Salı, Mayıs 09, 2006

SımÇağlayanTıl.. Ardarda söylüyoruz haydi!

Önceki mesajda adresi vermiştim blog ve DA'sının. Şunu farkettim ki, yazmaktan hafif hafif uzaklaşırken, Aslı hanımın bloguna yorum yaza yaza tekrar yazma isteği oluştu içimde. Teşekkür etmeyi kendime borç bildim. Beni arada böyle dürtecek birileri olmasa ne yaparım bilmiyorum:)
Her ne kadar kendisi beni klavyeyle dövmüş, sırılsıklam etmiş (yok yok, fiziksel anlamda) ardından bir başıma bırakmışsa da, İzmir'e gelmesini dört gözle bekliyorum. Şaşırtacak nice güvenlik memurları, alınacak bol bol dondurma var.
Bir de bir kaç arkadaşın benim yazdıklarımı okuma gibi bir saplantısı var (niye bilmiyorum), blogum son dönem boş kaldıysa da, Aslı'nın blogunu okuyabilirsiniz. Zaten şahane bir blog, hem benim yorumlarım da var. Kaliteyi düşürdüysem de idare edin artık;)
Neyse, sevgiler saygılar.

Başlık biraz saçma oldu ama yazacaklarımı düşündükçe farklı şeyler geldi aklıma. Düşündükçe daha da. Bende denememsi bir hâlde bırakayım dedim, sonra bırakabilirdim ama ben sonuna kadar yazıp başlık atmayı sevmiyorum, yapmacık geliyor.
Peki neyle ilgili yazacağım? Ummh. Arkadaşlık üzerine yazmayı düşünüyordum. Sonra bu fikir ilerledi, internetten arkadaş bulunamayacağı konularına geldi. Sonra bir insanı tanımadan sevebilmek, kaynaşabilmek gibi düşüncelere.. Sonra.. Sonra işin içinden çıkamadım, şöyle bir üstünden geçelim bakalım.
Öncelikle bu konu nereden geldi aklıma, oradan başlayayım. Hem giriş için saatlerce düşünmemiş olurum. Dün, yani Beş Mayıs İkibinaltı (yanlış yazdıysam düzeltin) (05.05.2006) tarihi benim 22. yaş günümdü. Evet, bu gezegen üzerinde şu yazıları yazdığım an itibariyle.. bakalım.. 22 yıl bir gün 12 saat kadar zaman geçirmişim. Koskoca 22 yıl. Ben buradan bir girsem arkadaşlığı falan unuturum aslında ama şimdi konuyu dağıtmayayım. Deneme de olsa sınırlarını bilmek gerek, öyle değil mi?
Her neyse, yaşgünüm dolayısıyla dün bir iki arkadaşım geldi bana. Öte yandan okuldakiler de meğer bir doğumgünü hazırlamışlar. Ama iş güç hazırlık sebebiyle bu parti yalan oldu. Maalesef:( Bana bir de hediye almışlar ki, çok çok beğendim. Aldığım gelmiş geçmiş en iyi hediyelerdendi. Nedir? Söyleyeyim. Hani kitapçıların raflarında büyük bir heyecanla baktığınız, o kalıplı haliyle içindeki dolgunluğu gösteren, üç cilt bir arada, Yüzüklerin Efendisi üçlemesi!! Evet, o kocaman tek cilt! Evet ben de öyle çok mutlu oldum. Gerçi kutlayamadık topluca ama, seneye artık:/
Neyse, ben bu mutluluğun üzerine birden gaza geldim eve dönerken, bu konuyla ilgili birşeyler yazayım diye. Arkadaşlık konusu burada geldi aklıma. Daha sonra eve dönüyordum, birşeyi farkettim. Doğum günü kutlayan ilk üç kişi, internet üzerinden tanıdığım üç tatlı kız olmuştu. İlki.. kim olduğu bana kalsın, tanıyacağınızı sanmıyorm. Este bilir bir tek, o da çok sever bu arkadaşı, her ne kadar İstanbul'da ona karşı olmadık bir öküzlük yaptıysak da. İkincisi Roselyn, Crimson gibi isimlerle tanıyacağınız şahıs (anime.gen.tr veya level forumlarından tanımanız muhtemeldir. http://roselyn.deviantart.com adresinden de olabilir. Diğeriyse http://tilsimcaglayan.deviantart.com adresinden DA galerisine, http://caglayantilsim.blogspot.com adresinden bloguna ulaşacağınız (blogunu yazmasam olmazdı) sevgili arkadaşım Aslı, ki kendisi Level forumlarına da bir konu açmıştı. Daha sonra sırasıyla ailem ve okuldakiler kutladı. Estecan kutladı, forum tayfası kutladı.. Lise tayfasından tek kutlayan arkadaşım, o gün ne yaptığımı sorduğunda doğum günüm olduğunu öğrenen Serap oldu:) Yok, yok üzgün ya da kırgın değilim. Ben kendim zaten hep unuttuğumdan önemsemiyorum unutulmasını. Sadece bunlar olurken şunu bir kez daha gördüm ki, "internetten arkadaş bulunmaz" "görerek tanımadığın kişiyle arkadaşlık edilmez" sözleri bir kez daha çöpe gitti. Rose ve ismi bana kalan arkadaşla hiç görüşmedim, Aslı'yla bir kere görüştük, internette de öyle çok konuşmuşluğumuz var diyemem, haksız mıyım Aslı? Arada denk geldiğinde, o da bir araydı yani. Yine Estetica (http://ecsaltie.blogspot.com) internetten tanıştığım bir insan, İstanbul'a gelene kadar hiç görüşmemiştik. Forum tayfasının çoğuyla da hiç görüşmedim. Ha diyebilirsiniz ki, nedir yani, öğrenip bir mesaj atmışlar. Ama sonuç olarak giren herkes atmadı mesaj. Demek ki olay girip mesaj atmaktan öteye gidiyor, değer vermeğe, saygı ve önem göstermeye kadar. Kutlamayanlar sevmiyor diyip küsmeyeceğim, tekrar söylüyorum. Sadece göreceli olrak daha fazla dikkat edenler var, onu demek istiyorum.
İnsanları görmeden tanıyıp sevme konusu geldi aklıma ve ister istemez Şebnem Ferah geldi aklıma. Bazılarınız yüzünü ekşitti görüyorum. Ama bu kız (düşünmeden kız dediğimi farkettim, samimiyet buradan belli) samimi. Bulunduğu konumda olabileceği kadar. Gerektiği kadar mütevazı ve son derece sevgi dolu. Üstüne bir de o güzelim fikir ve duygularını, bunları yoğurmasını, dışa vurmasını ve bunları yapma şeklini ekliyoruz. Bence Şebnem müthiş bir insan, gerçekten. Hayranım evet. Ama sadece bu değil. Bu samimiyet ve mütevazılığı havada kalmıyor. Parçalarına duygularını nasıl kattığından, röportajlarına, bu samimiyeti hissediyorsunuz. İnsancıl ve sıcakkanlı. Bunu günlük gördüğüm, aynı bölümde okuduğum her insan için söyleyemem. Tanımış olduğum pek çok insandan daha çok seviyorum Şebnem'i. Ve sevdiğim, beğendiğim ya da hayran olduğum diğer "ünlü"lerden farklı bir sevgi bu. Bir gün tanışırsam veya karşılaşırsam, karşımda hayran olduğum yerli bir rockçıyı değil.. ya da düzelteyim hem bu rockçıyı hem de hiç görüşmemiş olduğum bir arkadaşımı bulmuş olacağım. Ama o senin arkadaşın mı bakalım diyenleri duyabiliyorum. Bunu sırf uyuzluğuna diyor olabilirsiniz:) Bunu Şebnem'i hiç bilmediğiniz için diyor olabilirsiniz. Ama bilmenize rağmen diyorsanız, o zaman çıkarcı bir insan olduğunuzu düşünmem gerekir. Ya da empatiden hiç anlamadığınızı.

Her neyse, işte böyle, şimdi benim çıkmam gerek, Argefar'da toplantımız var. Bir ara Argefar tayfası hakkında da geyik yapayım aslında, onları da rezil kepaze edeyim:p

Bu arada.. hmm.. yok yok, ayrı bir mesaj atacağım bunun için.