Kalem, güzel kalem

Cuma, Kasım 24, 2006

We don't need no education

Sinirliyim. Sinirim gerginliğimden kaynaklanıyor. Gerginlik sebebim sınavlar. Diferansiyel ve Elektrik. Evet, iyi çalışmadım. Hatta son haftaya kadar hiçbişi yapmadım desem yeridir. Tüm hafta böyle geçti ama 5 sınav bu kadar germedi ama 2si gerdi. Niye? Zira birinde hocanın serinini bir önceki dersnde (mat2) sınıftan 3 kişiyi geçirdiğini, kazık sorularıyla ün yaptığını duydum; ki dersin basit soruları bile kolay değil. Diğer hocanınsa ezber sonuçlar istediğini duydum, hatta öyleymiş.

Başlarım ulan. Bu nasıl sistem? Bu nasıl öğretmenlik? Kitapta yazanları tahtaya yazıp kitaptaki soruları sorarak öğretmen mi olunur lan? ÜNİVERSİTE ÖĞRETMENİ OLACAKSIN UTAN UTAN!! Kitapta çözümü olan soruyu çözerken bile hata yapıyor. Ha herkes hata yapar ama bu öyle birşey değil ki! Cenk Hoca var, bak ne güzel adam anlatıyor, notları açık tutup kafa çalıştırarak çözeceğin sorular soruyor. Önceden ödev veriyor. Bu adamın dersinden geçmenin yolu, konuları anlamak. Ne kadar anladıysan ve ne kadar kullanabiliyorsan o kadar geçiyorsun. Amacına ulaşmış. Kuralları ezberlemiyorsun, notlar yanında. Gerçek hayatta olacağı gibi. Sadece bir zaman kısıtlaması var, o da sınav sisteminde kaçınılmaz bir durum.

Zaten sorun orada, sınav sistemi. Sınav nedir ya? Bir insanın anlama yeteneği nasıl böyle sınanır? Diferansiyelden 4 problem verip bunu mu sınayacak? Diferansiyelden sınav niye oluyoruz ki? Kuralları niye ezberliyoruz? Yarın öbürgün bu denklemler karşıma çıkınca, psikopat değilsem, açar kitabı bakarım. Ne zaman ne yapılacağı yazıyor. Kurallardan bahset, sonra bunun benim bölümümde nasıl kullanımı olduğunu anlat, sonra genel bilgi ver; ne bileyim matematik kültür aşıla biraz be adam! Varsa yoksa dx dy işlem.

Her ders için geçerli. Kanımca en doğru sistem, İLKOKULDAN başlayarak, pratik projelerin uygulanması. Kendi bölümümde, bir otomata dersi için belki bu karmaşık bir sistem kurmak olabilir; bir diferansiyel denklem dersi için belli bir yöntemin araştırılamsı olabilir; bir algoritma ve programlama için, karmaşık bir problem olabilir... Ortaokul-lise için, ne bileyim, Tarih ve coğrafya için araştırmalar olabilir, dönem ödevi dediğimiz halt. Sonra sene (boyunca ve )sonunda bunlar kontrol edilir falan filan.

Tabi 13123 kişilik sınıfta olmaz bu iş! Ne diye 12313 kişi alıyorsunuz bölüme ne mantıkla ya?! Kaliteyi düşürüyorsunuz, sonra öğrencilerden şikayet ediyorsunuz! Ne bekliyorsunuz?! Kaliteli eleman sayısı her zaman azdır. Dolayısıyla 50 yerine 100 kişi alırsanız kaliteli kişideki artış, zaten fazla başlayıp yükselerek artan kalitesiz adam sayısını ezer geçer. Sonra ne olur? Kaliteli adamın da anlamı kalmaz arada.

Bir de çan sistemi getirmişleer oooooh. Kebap. Öğrenciler kafayı yesinler, hocalar rahat. Hocaların tek tek suçu yok, bu sisteme karşı koymamak dışında tabi; sonuçta bu kararlar daha "yüksek koltuklar" tarafından veriliyor ki güzel ülkemde (belki tüm dünyada, bilmiyorum) o koltuklar yükseldikçe amacından sapıp duruyor, e normaldir, aşağıya baktıklarında o sisin, bulutların aşağısından göremezler tabi.

13123 tane hiç biri bir işe yaramayan üniversiteyi saymıyorum bile. Üniversiteli olmak derslere girmekle olmuyor, ünivesiteden gerçekten başarılı çıkmak 4.0 ortalamayla olmuyor, bunu anlamak lazım. Üniversite gibi bir kurumu ayaklara düşüren zihniyeti kınıyorum.

Ha bir de kantinimiz var. Kantin evet. EGE ÜNİVERSİTESİ BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ kantini. Kantin bildiğin. Kantin bile değil. İlkokulda daha büyük ve daha güzel bir kantinimiz vardı. Kıç kadar bir yer, 5 tane masa var. Ege Üniversitesi dersin birşey sanırsın.

Binaya hiç değinmiyorum. Dışı özenti bir tuğla kaplama, içerisi zevksiz boyanmış, hastaneden ya da herhangi vasat bir devlet kurumundan farkı yok. Ulan İzmir'desiniz, Ege Üniversitesinin bir fakültesi burası. Yok kardeşim yok. Nato mermer nato kafa. Bul bi mimar, yap bi bina. Hadi ona para bulamadın, bir iç mimar bul, bir dekoratör bir şeyler bul. Onu da bulamadın, öğrenciler arasında referandum ve yarışmalar düzenle. Sönük boyanmış duvarlı bir fakülten olmasın ya. Evimdeki panom bin basar. Duvarlar bomboş ööle boya. Küfredicem ya. Hadi hiç birşey koymadın, düzgün renk boyamadın, o zaman git bölümde çekilmiş resimler, bilgisayarla ilgili resimler, yazılar as. Bu bölüm Türkiye'de bilgisayarın ilk gelip geliştirildiği yerlerden. Ama sadece hocaların anılarında.. ki o hocalar da yavaş yavaş çekip gidiyorlar gördüğümüz kadarıyla.

Derslerden devam edeyim. İTÜ'de okudum 2 yıl biliyorsunuz. İkinci sınıfta bile teknik olmayan seçmeli dersler alabilmiştim, zaten yanlış hatırlamıyorsam, kredi kadar almak mümküdü, değilse bile, 4 yıl boyunca bir kaç tane alıyorsun. Nedir bunlar? Sosyoloji olur, politika olur, felsefe olur, tarih olur, ekonomi olur, mitoloji olur... Kİ bu okul İTÜ'ydü, yani bu derslerin hocaları yoktu, dışarıdan geliyordu. Ege'de ise, bunlara ekleyebileceğim sanat tarihi, genel sanat, sinema/TV, edebiyat, argekoloji vsvsvsvsvs zilyon tane bölüm var, yetmedi Dokuz Eylül var. Yani hoca bulmak zor değil. Bilgisayar Mühendisliğinde seçmeli mühendislik dışı dersleri sayayım: Bilgisayar ve Toplum, Pazarlama, Halkla İlişkiler, İş Hukuku, Siyasi Tarih, İnsan Kaynakları Yönetimi, Ekonomi.

Bir tane iş hayatı dışına sarkan ders yok. Ha Siyasi Tarih var o kadar. Bunlar da sadece bölüm içinde alındığından, çoğunluk ne seçerse onu almak zorundasınız yani gerçek bir seçim söz konusu değil. Ekleyeyim, bunlar dördüncü sınıf dersleri. Oraya kadar birşey yok (zorunlu olan Türk Dili ve Tarih derslerini saymıyorum, onlar zaten ilkokuldan beri baş belası).

Sonra efendim, bilgisayar mühendisleri neden asosyal, neden ezik, neden arkaplanda? İşte bu yüzden! Ege Üniversitesi bilgisayar mühendisliğine yontulmuş giren odun çıkar lan! Şuraya bak. Sonra vikvik.

Ne zamandır bunları yazmak istiyordum, rahatladım. Bölümden Cenk Erdur ve Aybars Uğur isimli hocalarımız var, ikisinin gözümde yeri yüksek, geri kalanların çok değişken. Sanırım genel olarak da bu böyle.

Neyse, yeter bu kadar. Bunu yazarken tabi ki Another Brick in the Wall dinliyordum. Lord Xas'la The Wall'daki gibi okula dalma planları yapmadık değil.

Cumartesi, Kasım 18, 2006

Trainspotting

Dün akşamüstü saat 17.30'dan sonraydı. Bölümden arkadaşlarla sinema topluluğunun gösterimine gittik. Açıkçası ben bu filmin ismini başka birşeylerle karıştırmıştım, sanırım karıştırdığım film transporter mıymış neymiş, neyse işte, ne olduğunu hiç bilmeden izlemeye başladım..

Önce biraz genel bilgi verelim. Film, 1996'da gösterime girmiş, Akademi ödülüne aday
gösterilmiş, BAFTA almış bir film. Yönetmen Danny Boyle (Shallow Grave, A Life Less Ordinary, The Beach, 28 Days Later, Millions), başrollerimizdeyse Ewan McGregor (Mark Renton), Ewen Bremmer (Spud Murphy), Jonny Lee Miller (Sick Boy), Kevin McKidd (Tommy), Robert Carlyle (Begbie) ve Kelly Macdonald (Dianne). Film Irvine Welsh'in aynı isimli kitabından uyarlama, yazarımız da Mikey Forrester olarak kendini gösteriyor.

Filmin ismi, kitaptan uyarlama olduğu için korunmuş, fakat kitapta bulunan "trainspotting" göndermesi filmde mevcut değil. Aynı şekilde kitaptaki farklı karakterler tarafından anlatılan kısa hikayeler toplamı havası da filmde tüm anlatımı gözlerimize ve Rents'e (Mark Renton) bırakarak filmde korunmamış.

Edinburgh'daki (İskoçya'nın başkenti ve ikinci büyük şehri, UK'nin yedinci en büyük şehri) bir kaç "keş"in hayatına dokunan film, herşeyi rahatsız edercesine ve meydan okurcasına açıkça anlatmasıyla dönem politikacılarını (hatta Amerika senatörlerini) etkileyecek kadar büyük tartışmalara yol açmış.

Filmde dikkati çeken şeylerden biri, kesinlikle ve kesinlikle, İskoç aksanı. Yani "eys a şeyt man" derken "it's all shit man" dediğini anlamak gerçekten pek çok kişi için zorlayıcı olabilir. Tabi biz alt yazı destekli anlıyoruz ama Amerikanlar için seslendirmeler yapılmış. Abartılı bir aksan, gerçi benim hoşuma gitti. Bir tek "Aa, ee" falan diyince bunu ne zaman evet ne zaman hayır anlıyorlar onu çözemedim.

Dikkat ettiyseniz kişisel görüşleri eklemeye başladım. Eh, devam edeyim. Bu film kanımca son derece ağır bir filmdi, ama anlamayı, görmeyi bilene. Requiem For A Dream gibi, ikisini çok yakın bulduğumu söyleyebilirim bu konuda.

Yani diyorum ki, yüzeysel bakınca bu filmden çıkaracağımız şey "uyuşturucu ne kötü ne kaka çok feci cıs uyyyuyuyyuyy" gibi birşeyler olur, Requiem For A Dream'de de öyleydi. Ama biraz düşünüp daha arkasını görmek istersek, film uyuşturudan çok daha fazlasını anlatıyor. Requiem For A Dream'de bunu çocuğun annesini arkaplana koyup uyuşturucuyu ön plandaki katalizör olarak kullanıyordu. Trainspotting'de neredeyse tamamen uyuşturucu var.. Filmin en başını unutmadığınız sürece. Standartlaştırılmaya çalışan hayatı eleştiren bir cümle geçiyor başta; kabaca insanların kendileri olmaktansa, bir hayat, bir çamaşır makinası, bir takım, bir eş, bir ... "seçerek" bununla mutlu olduklarını söylüyor. İşte filmde arkada duran şey de bu. Günlük mutluluklarımızın, sözde "başarı", hedef ve seçimlerimizin aslında kendi çaresizliğimizi, eksikliğimizi, tabir-i caizse ne kadar boş ve anlamsız olduğumuzu saklamak için arkasına saklandığımız kalkanlar ve hatta ötesinde, zamanla onlara bağımlı kaldığımız sözde dayanaklar olduğunu söylüyor.

İşte, Rents'in iş bulup işe başladığı zaman tatmin olduğu gibi, bunlar bize tatmin
sağlıyorlar, bunu da yine doğrudan söylemese de, benim düşüncem, sosyal kabullenmeye ve fiziksel bir bağımlılık olmamasına bağlıyor. Yani uyuşturucu fiziksel olarak da sizi daha fazla almaya iter ve toplumun dışlamasını sağlar. Fakat birşeyler seçerek kuracağınız hayat, fizikse bir bağımlılık değildir ve toplumsal kabullenmeyi de getirir; dolayısıyla tatmin olduğunuza dair sizi kandırır. Matrix'in gerçek olması için öyle bilgisayardır, robottur gerek olmadığını gösteriyor bize: Biz zaten kendi kurduğumuz bu toplum ve medeniyetin gözü kapalı, enerjisi emilen bebekleri olmuşuz, tek fark, buradaki kandırmacada pillere bağlanmamış olmamız, bu da işleri daha kötü yapıyor aslında, zira hiç bir amaca hizmet etmiyoruz.

Buna ek olarak, bir hiciv, bir ironi daha var. Bu iki yönlü aslında. Belki bu biraz daha benim ulaştığım bir sonuç bilemiyorum. Ama filmde Rents negatife geçtikten sonra (uyuşturucuyu bıraktıktan) yine eski arkadaşlarıyla yanyana geliyor. Tommy ve Rents'e bakıyoruz. Eski keş, şimdi temiz; eski temiz şimdi keş. Bu birlikteliklerden benim çıkardığım mesaj şu: Aslında uyuşturucu alarak toplumdan farklı olduğunu düşünen Mark hatalı. Uyuşturucuyla girdiği tripler de yaptığı seçimler. Yani aslında toplumdan o kadar da farklı değil. Şu veya bu marka araba seçmek gibi, uyuşturucu da bir seçim meselesi. Öte yandan dediğim gibi, bu iki yönlü bir durum. İkinci yönü de, kendin olurken de bu seçimleri yaptığın. Yani öyle çok başka yerlere bakmaya gerek yok, acayip şeyler yapmaya da. Sadece ne yaptığının farkında olmak gerekli, ne yaptığını bilmek. Hayat her türlü seçimlerle geçecek, önemli olan bu seçimlere bağlı kalmamak, hayatı amacından saptırmamak.

Her neyse, çok konuşup kafa ütüledim. Dediğim gibi, ağır bir film. Ha son olarak, filmin çeşitli sahnelerini, özellikle başlarını, "fazla" bulanlar olabilir. Ben özellikle Rents'in delüzyonlarında ekrana bakmak istemedim, gerçi kendimi de alamadım, çok gerildim. Filmin başlarında da uyuşturucu ve seks (kelimeyi bilerek kullandım ve cinsellik demedim) üzerine -son derece- açık sahneler var ve filmin hicivsel havasına uygun kaçacak şekilde, bunlar rahatsız edici olacak şekilde tasarlanmış. Zira beraber gittiğimiz arkadaşlardan birisi rahatsız olup çıktı. Bir arkadaşınızı filme götürecekseniz, bu aklınızda bulunsun; biz bilmiyorduk öyle bir garip durum oldu. Neyse ben gideyim.

Çarşamba, Kasım 15, 2006

Oyun Dünyasından Reklam ve Duyurular

---İŞ VE ELEMAN ARAYANLAR---
ARIYORUZ Partimize büyücü. level 15 warrior, level 13 rogue ve level 14 lathander cleric'inden oluşan grubumuza bir wizard arıyoruz. Evocation büyüleri konusunda bilgi aranmaktadır.

SONSUZ HAYAT istiyorsanız ve necromancy ilginiz varsa, bize ulaşın. Shadowspire Necromancer League

BİN YILLIK ÖMÜR ister misiniz? Bizi arayın, detayları konuşalım. Sacred Dragon Association

RUH ARANIYOR Ruhunuzu bize satın, ailenizi zengin edelim. Lemure olarak başlayıp zamanla yükselmenize de izin verilecektir! -Baator Halkla İlişkiler

---DUYURULAR---

ACI KAYBIMIZ büyücü Tael'nar lich olarak geri döndü. Aman deriz.


---ALIM/SATIM---

BAYANDAN ACİL SATILIK two handed sword +2. +1d4 fire damage bonusu vardır.

EV ARIYORUM Sahibim büyücülüğü bırakıyor. Eğer iyi bir büyücüyseniz ve bana sıcak bir ortam sunacaksanız, sizi bekliyorum. -Eaerzrzriearzo the Psuedodragon

FIREWALL wand, 10 kere kullanılmış, şarj edilebilir. Acil ihtiyaçtan kelepir fiyata!


AÇIK ARTIRMA
Günün programı:
Gordon Freeman'ın Half-life I'de kullandığı levye.
Snake'in sigara söndürdüğü sülük.
Fallout-Chosen One'ın seçtiği "straw".
Thrall'ın çağırdığı kurtların dişi.
Diablo'nun soulstone'undan parça.
Kurt Hectic'ın kullandığı vileda.


Antika programı:
Wolfenstein'dan duvar-nazi bayrağı
Wasteland çölünden kaktüs
Mario mantarı